Ben kimim?
YAZAR, ÇEVİRMEN, EDİTÖR
Tayfun Timoçin
İstanbul’da 1969 yılında dünyaya geldim. İlkokul birinci sınıfı İstanbul’da okuduktan sonraki yaz tatilinde ailemle birlikte Adana’ya taşındık. Hayatımın en güzel sayfalarından biridir Adana. Bütün sülalem İstanbulludur ama benim için sıla Adana’dır. Yüreğim titrer Adana deyince.
Celalettin Sayhan İlkokulu’ndan sonra Adana Anadolu Lisesi’ni kazanıp 7 yıl o harika okulda okudum. Harika öğretmenler ve harika arkadaşlarla birlikte.
Yüzmeyi de yelken kullanmayı da Mersin’de öğrendim. Yelkeni babam öğretti. Babam, 1960’larda İstanbul Boğaziçi’nde öğrenmiş yelkeni ve sonra da hiç bırakmamış. Ben de bırakmadım. Yarıştım, gezdim, denize âşık oldum.
1987’de girdiğim ilk üniversite sınavını kazanamadım. 1988’de Uludağ Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü’nü kazanıp Bursa’ya taşındım. O günden beri de Bursa’da yaşıyorum. Çünkü arada “hanım köylü” oldum.
Okurken, içimdeki yazma heyecanının dürtüsüyle 1993’te Bursa Haber Gazetesi’nde muhabir olarak çalışmaya başladım. Cumhuriyet’te de çeşitli yazılarım yayımlandı. 7 ay muhabirlik yaptıktan sonra yönetimden istihbarat şefliği teklifi aldım ve tabii ki kabul ettim. Eşim Ece ile aynı gazetede çalışırken tanıştık, 1996’da da evlendik.
Nisan 2001’de, Nilüfer Belediyesi’nin halkla ilişkiler müdürü olarak göreve başladım. Nilüfer’in ilk kütüphanesinin temellerini attım.
Gazete ile belediye arasındaki “işsiz” geçen dönemimde, Bursa’daki birkaç Don Kişot denizseverle birlikte Bursa Yelken Kulübü’nü kurduk. Sadece 8 kişiydik.
İlk çeviri kitabım Denize Karşı (Louisa Rudeen, AMYC Yay.)’nın yayımlandığı 2007’nin eylülünde belediyeden ayrıldım. Artık yazmak, küçüklükten beri tutkum olan denize dair söyleyeceklerimi kaleme alarak yaşamak istiyordum. Ama istediğimiz her şey öyle hemen olmuyor. Her isteğin bir bedeli var. Bir süre bir ajans için film dublajı çevirileri bile yaptım.
2000 yılından beri aylık yazılar yazdığım Yelken Dünyası dergisinin kurucusu Mesut Baran, 2008’in Haziran’ında vefat edince ailesi benimle iletişime geçerek derginin editörlüğünü üstlenmemi istedi. Üstlendim. Dergi 2018 Şubat’ında son sayısını çıkartana kadar da hem editörlüğünü, hem çevirmenliğini, hem de yazarlığını yürüttüm.
Bu arada başka çeviriler de yaptım, 2014’te ilk kitabımı (Yelkenli Yatta Kendine Yetebilmek) yayımladım. Bunların detaylarını Kitaplar ve Çeviriler bölümlerinde bulabilirsiniz.
2016 Aralık ayından beri Hürriyet Gazetesi’nin Bursa ekinde ve internet sitesinde haftalık yazılar yazıyor, denize, denizciliğe, denizcilikle bağdaşık tarihe dikkat çekmeye çalışıyorum. Çünkü insanoğlunun geçmişinden denizi çıkartacak olsak, geriye kupkuru bir posa kalır ve insanlığın gelişiminde denizin çok önemli bir yeri vardır. Amacım, herkesin denizci olması falan değil, herkesin denize güzel, yani iyi bir gözle bakması. Denizi bir lağım çukuru, çöp kutusu, hiç tükenmeyecek bir besin kaynağı gibi görenlerin hatalarını görmelerini düşlüyorum. Zira deniz biterse (ki biter), biz de biteriz.
2019’da da ikinci kitabım Erkek Denizinde Kadın Gemiler’i okurla buluşturma şansını yakaladım. Şu anda üçüncü, dördüncü ve hatta beşinci üzerinde çalışıyorum ama başka bir ipucu vermeyeyim izninizle. Tamamlandıkça burada yer alacaklar nasıl olsa.
Tiyatro ve müzik
İlkokuldan beri içimde başka bir ateş daha yanar: Tiyatro. İlkokulun kendi içinde düzenlediği iki müsamerede rol alınca, tiyatro hayatımın önemli bir parçası oldu. Anadolu Lisesi’nde okurken üç arkadaş piyesler yazar, sınıflararası turneye çıkıp her sınıfta sahnelerdik oyunlarımızı. Okulun tiyatro ekibindeydim, Adana’da belediyenin tiyatro festivalinde oyun sahneledik. Rolüm küçüktü ama oyunun efektörüydüm aynı zamanda.
Lisedeyken davul (bateri) çalmaya da başlamıştım. Üniversiteye gidince tiyatro mu davul mu diye düşünürken kendimi bir stüdyoda deli gibi davul çalışırken buldum. Konserler, bitmeyen provalar, kaset kayıtları… Ama tiyatro da hiç bitmedi içimde.
Belediyede çalışırken yazıp bitirdiğim (mesai saatleri dışında elbette) tiyatro oyunum “Lanet”, girdiği ilk edebi kuruldan geçerek Ağustos 2007’de Devlet Tiyatroları repertuarına alındı. Alındığı gibi de orada kaldı! Aradan 12 yıl geçti ne arayan var ne de soran. “Yerli yazar yetişmiyor, hep yabancı yazarların oyunlarını sahnelemek zorunda kalıyoruz” diyen tiyatro insanlarının arada repertuara bakmaları iyi olur sanırım çünkü gördüğüm kadarıyla orada yüzlerce, günışığını görecekleri günü bekleyen yerli oyun var.
Yazmak istediğim, hatta kurgusunu bile tamamladığım birkaç oyunum daha vardı ama yazıp yazıp boşluğa bırakmak istemedim, az önce anlattığım “yerli ilgisizlik” bu konudaki şevkimi kırdı. Nuh Tufanı’nı, çeşitli sosyal mesajlarla anlatmaya çalıştığım Lanet’te tarihsel bir yanlış yapmamak için gece-gündüz demeden Sümerleri, Tufan’ı, Tufan coğrafyasını çalışmıştım ve yazıp bitirmek 4 yıldan fazla sürmüştü. Birilerinin fark etmesini beklerken 12 yıl geçti bile. Kısmet…
Bir de Nilüfer Belediyesi için oyun çevirisi yaptım. John Fowles romanı Koleksiyoncu’dan sahneye uyarlanan oyun, 2009’da sahnelendi. Yiğit Sertdemir rejisiyle Selin İşcan ve Polat Bilgin, harika bir iş çıkardılar. Çeviriyi yaparken böbreğimde taş vardı, hayli acılı bir çeviri süreci oldu benim için ama oyun büyük başarıyla sahnelenince bütün acılar dindi.
Bu süre içinde pek çok web sitesi için editörlük, içerik üretimi, kitap editörlükleri, çevirmenlik, kurumlara danışmanlık yaptım, duyup gördüğünüz bazı reklam sloganlarını yazdım, 2012’de TRT için yapılan Osman Atasoy’un Uzaklar belgeselinin metin yazarlığını üstlendim, çeşitli seminerler verdim. Dergi ve gazetelere yüzlerce makale yazdım, bir o kadar da makale çevirisi yaptım.
Ama kendimi tanımlayabileceğim şeyler sanırım deniz, tiyatro, müzik üçlüsüdür.
Burada yazmadığım pek çok şey daha var hayatımda. Lafı çok uzatmaya gerek yok, ki zaten yeterince uzattım sanırım.
Hayatımın en büyük parçası ise ailem elbette. Eşim ve kızım Deniz, vazgeçilmezlerim. Ne yaparsam yapayım, ne yazarsam yazayım, hayat ve her şey onlarla güzel.
Sosyal medyada Tayfun Timoçin